Sağlıkçı Olmanın Zorlukları ve Tıp Bayramı
Sağlık sektörü, insan hayatının en kritik alanlarından birini oluşturuyor ve içinde bulunduğumuz toplumda sağlıkçıların yaşadığı zorluklar, çoğu zaman göz ardı ediliyor. Ben sağlıkçı bir ailede büyüdüm; annem çocuk hemşiresi, babam acil sağlık memuru ve kardeşim yoğun bakım hemşiresi. Bizim evde hep hastalar, ameliyatlar ve gece yarısı çalan telefonlar konuşulurdu. Sağlık çalışanlarının hayatları sürekli bir nöbet ve stresle doluydu. Bu nedenle, bayram sabahları, aile kahvaltıları ve özel günler bizim için bir lükstü. Zira ailemdeki sağlık çalışanlarının sürekli nöbetleri ve uzun çalışma saatleri yüzünden birçok önemli anı kutlayamadık.
Üzerimdeki bu yükü derinden hissettim. Annemin “Bugün biraz daha erken çıkabilirsek geliriz” dediği doğum günlerimi hatırlayamıyorum. Babamın yorgun argın koltukta uyuyakaldığı geceler üzerinden zaman geçti, fakat o anların ağırlığını her zaman hissettim. Kardeşim evde bazen birkaç kelime konuşmaya bile mecali kalmadan gelirken, biz buna alışık hale gelmiştik. Sofralarımızda hep bir tabak eksik olurdu ve haftada sadece iki kez bir araya gelebilir, birlikte oturabilirdik. Ailemin gözlerinde sadece yorgunluk değil, aynı zamanda bir hayat kurtarmanın gururunu da görmek mümkündü. Ama kimse onlara bu kutsal görevin yükünü taşırken nasıl hissettiklerini sormazdı.
Gözlemlerim ve ailemden edindiğim deneyimlerle anladım ki, sağlık çalışanlarının mesaisi yoktur; hayatları da başkalarının hayatına göre şekillenir. Acil servislerdeki telaş, yoğun bakımın stresi ve bir hastayı kaybetmenin ağırlığı, sağlıkçının kapısını aylardır kapalı tuttuğu gerçeklerdir. Bugün 14 Mart, Tıp Bayramı. Ancak hangi bayram? Bu ülkede doktor olmak, sadece hastalıklarla değil, aynı zamanda şiddetle, hakaretle ve mobbing ile uğraşmak demektir. “İnsan hayatı kutsaldır” diyerek eğitilen hekimler, her gün kendi canlarını kurtarma bayrağında koşmak zorundalar. Sağlık çalışanlarına yönelik bıçak çekmeler, hemşirelerin maruz kaldığı fiziksel şiddet ve sağlık çalışanlarının öldürülmesi, bu mesleğin karanlık yüzünü gözler önüne seriyor. Daha sonra sosyal medya üzerinden yapılan üç-beş cılız açıklama ile konunun üzeri kapatılıyor. Oysa “Sağlıkçılar bizim baş tacımızdı” deniyor, ama hastane koridorlarındaki gerçekler ortadayken bu söylenenlerin hiçbir değeri kalmıyor.
Türkiye’nin en yetenekli beyin cerrahları, kardiyologları ve genç doktorları yurtdışına gitmeyi tercih ediyor. Bunun sebebi çok açık:Değer görmemek! Yetersiz çalışma koşulları, emeğe saygısızlık ve sürekli tehdit altında hissetme duygusu, sağlıkçıların yurtdışını tercih etmesine neden oluyor. Oysa biz onlara güveniyoruz; Mustafa Kemal Atatürk’ün son günlerinde en büyük güvenini Türk hekimlerine emanet etmesi, bir milletin onlara güven duyması gerektiğini ifade ediyor. Ancak bugünkü gerçekler, Atatürk’ün emanet ettiği hekimlerin kendi ülkelerinde bile güvende olmadıklarını ortaya koyuyor.
Bugün 14 Mart Tıp Bayramı, ama bu bayramı hak eden doktorlara, hemşirelere, paramediklere ve tüm sağlık emekçilerine gerçek bir teşekkür borçluyuz. Bir gün, hastane koridorlarında, ameliyat masasında ya da acil serviste “Beni Türk hekimlerine emanet edin” diyebilmek için önce onları korumamız gerekiyor. Sağlık çalışanı olmak yalnızca bir meslek değil, bir ömürlük fedakârlık demek. Hayatını kendin yaşamak yerine başkalarının yaşamını kurtarmaya adamak demek. Annemin, babamın ve karde