Karanlığın ve Aydınlığın Dansı
Her sabahın bir gecesi, her aydınlığın bir karanlığı, her ışığın bir gölgesi vardır. Düşünün; karanlık olmasa aydınlığın anlamı olur muydu? Gölge, ışık olmadan yansır mıydı? Bu sorular insan doğasını, içsel çatışmalarımızı ve varoluşsal ikilemlerimizi sorgulamak için bir kapı aralıyor.
İnsanlar, sadece iyi mi yoksa sadece kötü mü olabilir? Bu sorunun yanıtını ararken, karanlık ve gölge taraflarımızı keşfetmeye davet ediyorum. İnsanlığın var olmaya başladığı çok eski zamanlardan beri, hem mitolojiye hem de masallara konu olan karanlık yanlarımız bulunuyor. Masalların derinliklerinde, cadı ya da üvey anne figürleri sıklıkla karşımıza çıkar. Bu karakterler, yaptığı kötülüklerle öne çıkarlar ve genellikle sonunda bir ders verirler. Örneğin, kötü kalpli kadınlar negatif dişil bir arketipi temsil ederken, zalim krallar ise negatif erili simgeler.
Günümüzde sinema ve dizilerde de bu tür karakterlere sıkça rastlıyoruz. Uzun yıllardır yaptığım araştırmalar ve okuduğum kitaplarda açmaya çalıştığım bir soru var: Bir insan sadece iyi ya da kötü olabilir mi? Bu noktada, Doğu felsefelerine göre “Ying Yang” teorisi önem taşır. Bu teori, “her iyiliğin içinde bir kötülük, her kötülüğün içinde bir iyilik vardır” der. Türk kültüründe ise “her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır” söylemi de benzer bir gerçeği yansıtır. Her insanın içinde bir aydınlık ve karanlık taraf bulunduğunu kabul etmeliyiz.
İçsel karanlıklarımız; korkularımız, hırslarımız, kıskançlıklarımız ve vesveselerimiz gibi negatif yanlarımızdır. İyi biri olma istememiz, karanlık yanlarımızı bastırmamıza neden olur. Bu bastırma, aslında kendimizi görmediğimiz bir karanlık gölge tarafımızın olduğunu gösterir. Eğer bu karanlık tarafla yüzleşmeyi başarırsak, kendimizi dönüştürebiliriz. Aksi takdirde, yüzleşmekten kaçarak kendimizi o karanlıktan dışlar ve “Ben kötü biri değilim” gibi savunmalarla hayatımızı sürdürmeye çalışırız.
Hayat dediğimiz yolculuk, aslında kendimizi bulmak için çıktığımız bir keşif yolculuğudur. Ancak bu yolculuk, basit bir yol değildir. İçimize dönmeyi gerektiren bir süreçtir ve sürekli kendimizle yüzleşmeyi ve karanlık taraflarımızı aydınlatmayı ister. Karşılaştığımız zorlukları ise genellikle dışarıda ararız; “Neden bunu yaşadım?” veya “Bu neden benim başıma geldi?” gibi sorularla kurban psikolojisine kapılabiliriz.
Unutmamalıyız ki her karanlık olayda, bir şekilde biz de varız ve bu olaylar, kendimizle yüzleşmek için bir fırsat sunar. Her insan, bir diğerinin farklı bir versiyonudur ve bu nedenle başkalarını yargılamak yerine onlara empati ile yaklaşmalıyız. Kimseyi yargılamamak, etiketlememek ve küçük görmemek önemlidir. Çünkü birini yargılıyorsak, bu aslında kendi karanlık tarafımızdaki bir korkuyla başa çıkma çabamızdır. Hayatın karmaşası içinde, kendimize ve başkalarına karşı nazik olmayı unutmamalıyız.
Güzel günlerde görüşmek üzere!