Türkçede sıkça duyduğumuz bir deyim vardır: “Filler tepişir, karıncalar ezilir.” Bu ifade, Türkiye’nin mevcut durumu için son derece anlamlı bir özet sunmaktadır. Üst düzeyde yapılan tartışmalar ve hesaplar devam ederken, altta yatan gerçekler ve küçük insanların yaşamları ise derin bir sessizlik içerisinde sarsılmakta. Herkes, siyasetin yoğun gündemini takip etmeye çalışırken, sokaktaki vatandaşın derdi çok daha farklı boyutlara ulaşmakta.
Gündem hızlı bir şekilde değişiyor. Bir parti liderinin açıklamaları, ertesi gün başka bir liderin tepkileri ile değişir hale geliyor. Meclisteki hararetli tartışmalar, ekranlarda son dakika haberleri, sosyal medyada ise sert tartışmalar hız kesmeden devam etmekte. Ancak bir annenin pazara çıkması, bir işçinin minibüs durağında beklemesi ya da sabah dükkanını açmayı düşünen bir esnafın haline bakıldığında bu gündemin güzelliklerini bir kenara bırakarak hayata dair bambaşka dertlerinin olduğu gözlemleniyor. Onların önceliği, bu ay kiralarını nasıl ödeyecekleri veya çocuklarına nasıl bir gelecek bırakacaklarıdır.
Hayat, siyasetin tepede yaşanan tartışmalarından bağımsız bir şekilde akmaya devam ediyor. Üst düzeyde gerçekleşen fikir çatışmaları halkın cebine giren parayı artırmamakta; aksine belirsizliğin derinleşmesiyle birlikte halkın yükü daha da ağırlaşmakta. Her gün açıklanan enflasyon rakamları ve veriler, mutfaktaki tencerenin kaynamasını sağlamazken, insanlar temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz bir duruma gelmiş durumda. Ekonomi ve siyaset kendi rayında ilerlerken, asil bir yaşam mücadelesi veren halk, zorlu şartlara göğüs germek zorunda kalıyor.
Burada bir suçlama yapmaktansa, bir çağrıda bulunmak daha önemlidir. Çünkü mesele artık sadece ekonomi, siyaset ya da ideoloji değil; mesele, insanların günlük yaşamda hissettiği ağır yüklerdir. Bu ağırlık, toplumun her kesimini etkilemekte. Asgari ücretle geçinmeye çalışan bir birey de, emekli maaşı yetmeyen bir insan da aynı pazar yerinde alışveriş yapmakta ve aynı doğalgaz faturasını ödemekte. Toplumun en kırılgan kesimleri, bu çalkantılı dönem içerisinde daha da savunmasız hale düşüyor.
Birçok genç, geleceğe yönelik hayaller kurmaktan mahrum kalırken, ebeveynler çocuklarına karşı mahcubiyet duygusu içinde kalmakta. Bu durum, acil ve kalıcı çözümler bekleyen bir hal almış durumdadır. O yüzden, bugünkü yazımda taraf tutmaktan çok, bu ülkenin en sade insanlarının, sıradan ama önemli ihtiyaçlarının daha fazla duyulması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Filler yine tepişebilir, fakat bu kez karıncaların ezilmesine izin verilmemelidir.
Sonuç olarak, her büyük yapının temelinde, en küçük taşların bu yapıyı ayakta tutma yeteneği vardır. Bu nedenle, toplumsal dayanışma ve empati duygusuyla hareket etmek, bu kriz döneminin üstesinden gelinmesine yardımcı olacaktır.