Faşizmi kabul ettirilmiş ve benimsetilmiş bir toplumda yaşıyoruz! İzmir’deki Belediye işçilerinin grevi bunu açık seçik ortaya çıkardı.
Günümüzde, Türkiye’de yaşanan ekonomik sıkıntılar ve toplumsal çürümüşlük, özellikle İzmir’deki belediye işçilerinin grevi ile bir kez daha su yüzüne çıktı. Toplumun genel yapısı, köleliğe razı, boyun eğmiş bir kesimden oluşuyor. Hak arayan bireyler, düşmanlıkla karşılaşırken, haklarını gasp edenler karşısında bir tür pısırıklık sergiliyorlar. Türk İş’in yoksulluk sınırını 81.347 TL olarak açıkladığı dönemde, grevdeki işçilerin bunun altında bir ücretle çalışmaya razı olması oldukça çarpıcı. Bu durum, işçilerin içinde bulunduğu zor koşulları gözler önüne seriyor.
Ancak, işçilere yönelik yapılan eleştiriler ve haksız söylemler oldukça çirkin ve bilinçsiz bir tavır sergiliyor. “Yok bilmem ne tahsilinde bilmem ne unvanlılar” gibi argümanlar, oldukça çaresiz bir savunma mekanizması olarak karşımıza çıkıyor. İşçilerin, hak arayan her bireyin Anayasal haklarını kullandığını anlamak gerekir. Bu bağlamda, saldırıya uğramış birinin bu duruma düşmesi oldukça kolaydır. Çoğu insan, hak aramamış ve direnmemiş olmanın sonucunda, şimdi kendi haklarını talep edenlere tepki gösteriyor ve zalimlere karşı olan öfkesini, bu hak arayan kişiler üzerinden yansıtıyor.
Bu noktada, toplumun yapısındaki çürümüşlük de özellikle dikkat çekiyor. Zalim grev kırıcıları ve kışkırtıcı söylemler, emekçileri her zaman bir düşman olarak görmeye yönlendiriyor. Bu durum, ekonomik sıkıntıların yanı sıra toplumsal ayrışmaları da besliyor. Rüşvet, yolsuzluk ve siyasi liderlerin sahte kahramanlıkları, toplumun dinamiklerini allak bullak ediyor. Ülkenin manevi ve maddi değerleri peşkeş çekilirken, insanlara da açlığa razı olma baskısı yapılıyor.
Üstte belirttiğim gibi, işçilerin, emekçilerin haklarını almak ve bu haklar için mücadele etmek istemeleri, bazı kişileri rahatsız ediyor. İşte burada da devreye, bu bahsettiğim pısırık, korkak ve sinik bireyler giriyor. Aşırı yalakalık ve kendi menfaatleri uğruna, topluma hizmet edenlerin haklarına tecavüz ediyorlar. Sevdiğim bir dostum Memiş Sarı’nın da dediği gibi, bazı kişiler sermaye için her yolu mubah görerek, işçilerin haklarına göz dikiyorlar.
Sonuç olarak, emek düşmanları ve halk düşmanları, karşılarındaki olguları değiştiremeyince algılarla oynamayı tercih ediyorlar. Bu durum, toplumu daha da kutuplaştırmakta ve bireyleri çıkmaza sürüklemektedir. İşçilerin, hak arayanların ve mücadele edenlerin yanında durmak, sadece kendi geleceğimiz için değil, toplumsal adalet ve eşitlik için de şarttır. Dikkatli olmak ve bu çürümüş yapıya karşı birlik olmak, hayatî bir önem taşımaktadır.