Günümüzün büyük bir bölümünü artık sosyal medyada geçiriyoruz…
Sosyal medya, günümüzde bireylerin sosyal hayatının büyük bir bölümünü oluşturarak, insanları sosyal hayattan ziyade sanal bir sosyalleşme biçimine yönlendirmiştir. Artık birçok insanın geçtiği zamanın büyük çoğunluğunu, başkalarının hayatlarını dijital platformlarda izleyerek geçirdiği görülmektedir. Yapılan araştırmalar, bu sürecin oldukça uzun olduğunu göstermektedir. Ancak, her türlü içeriğin yer aldığı bu sosyal medya mecraları, insanların psikolojisi üzerinde nasıl bir etki yarattığını merak ediyoruz. Bu yazıda, cebimizde ve elimizdeki gizli tehlikeye bir göz atacağız.
Günlük yaşamda, çok basit bir kaydırma hareketiyle sayısız içerikle karşılaşıyoruz ve çoğu zaman bu içeriklere istemeden maruz kalıyoruz. Özellikle son dönemlerde, sıklıkla ‘Şiddetli deprem bekleniyor’ başlıklı yazı veya videolarla karşılaşıyoruz. Merak edip tıkladığımızda, bir anda kendimizi o içeriklerin akışında bulabiliyoruz. Sosyal medya algoritmaları, bir videoyu izledikten sonra benzer içeriklerin anında karşımıza çıkmasını sağlıyor. İşin ilginç yanı, bu içerikler genellikle deprem bilimciler veya alanında uzman kişiler tarafından hazırlanmış bilgiler değil; aksine, çok sayıda insan tarafından paylaşılan yalan bilgiler olarak karşımıza çıkıyor. Bu şekilde, yalan bilgiler elden ele dolaşıyor ve bu durum sadece depremlerle sınırlı değil.
Bunun yanı sıra, hastalık içerikli videolar da sosyal medyada sıkça karşımıza çıkıyor; ancak bu içerikler de genellikle uzman görüşlerinden yoksun. Bu gibi içerikler izlendikçe, insanın içindeki korku duygusunu tetikliyor. Hemen ardından, bu hastalıkların belirtilerini internet üzerinden araştırmaya başlıyoruz ve bunun sonucunda kaygılarımız artıyor. Sosyal medya, sanki insanları bir korku psikolojisi içine sokarak, duygusal durumlarını olumsuz yönde etkiliyor. İçeriklerin altındaki yorumlara baktığımızda, toplumun her kesiminden insanların bulunduğunu görerek, kısa süre içinde yazılı tartışmaların da yaşandığını fark ediyoruz. Tanımadığınız birine öfkelenip, klavyenizden ona hakaret edebiliyorsunuz. Bu durumu değerlendirdiğimizde, söz konusu psikolojinin çok tartışmalı olduğunu söyleyebiliriz.
Korkunun, insanların tehlike karşısında kendilerini korumak adına geliştirdiği bir duygu olduğu bilinir. Ancak sürekli olarak korku ve endişe içinde yaşamak, vücudun kortizol hormonu salgılayarak bedeni strese sokmasına neden oluyor. Bu stres durumunda insan, daha duyarlı ve dikkatli hale geliyor; fakat bu duyarlılığın uzun sürmesi, vücudu sürekli strese maruz bırakıyor ve sonuç olarak fiziksel ve psikolojik hastalıklara yakalanmaya yol açabiliyor. Uzmanlar, vücudun az da olsa strese maruz kalmasının sağlık açısından iyi olduğunu düşünsede, bu durumun sınırlarının çok küçük olduğunu unutmamak gerekiyor. Aksi takdirde, bu kadar stresle hepimizin mükemmel sağlıklı olması gerekecektir.
Sonuç olarak, sosyal medya üzerinden karşılaştığımız içeriklerin seçici olması gerektiğini unutmamalıyız. Gelişen teknolojileri bir amaç değil, bir araç olarak ele almalı ve doğruluk payı bulunmayan içeriklerin paylaşımından kaçınmalıyız. Korku çanlarını çaldıran belki de bizleriz. Ayrıca, zamanın ne kadar değerli olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Düşünsenize; bir saat öncesine dönebilir miyiz? Ya da bir yıl öncesine? Zamanı geri almanın bir yolunu henüz bulamadık. Bu durumda, zamanı iyi değerlendirmemiz gerektiğinin bilincinde olmalıyız.
Umarım güzel günlerde bir araya geliriz…