1. Haberler
  2. MAGAZİN
  3. Yavaş Yaşamak: Hızın Pençesinden Kurtulmanın Yolu

Yavaş Yaşamak: Hızın Pençesinden Kurtulmanın Yolu

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yavaş Yaşamak: Koşuşturmanın Ortasında Bir Duraklama

Günümüz dünyasında, sabah uyanır uyanmaz telefona bakmak adeta bir alışkanlık haline gelmiştir. Gündemi takip etme telaşı ve mesajlaşmalara hemen cevap verme isteği, birçok insanın günlük yaşamının vazgeçilmez bir parçasıdır. Kahvaltı bile hızlı bir şekilde, ya yürüyüş yaparken ya da ekrana bakarak yapılmaktadır. Sokaklar ve caddeler acele içinde geçen insanların kalabalığıyla dolu, kafelerdeki sohbetler bile zamana karşı yarışıyor gibi görünüyor. Herkes bir yerlerde bir şeylere yetişme peşinde ama çoğu zaman varılacak yerin ne olduğu belirsiz. Bu kaos içinde, acaba yavaş yaşamak mümkün mü?

Yavaşlık, günümüzde neredeyse bir ayrıcalık ya da bazen bir “ayıp” olarak algılanıyor. Durmak, genellikle tembellik; beklemek ise zaman kaybı olarak düşünülüyor. Sakinlik ise çoğu zaman geri kalmışlıkla eş değer tutuluyor. Ancak yavaşlık, sadece bir eylemin hızından çok, o eylemdeki bilinçle ilgilidir. Örneğin bir yemeği tat alarak yemek, bir yürüyüşte yolu izlemek ya da biriyle derinlemesine bir sohbet etmek… Tüm bunlar, aslında yavaşlamanın pek çok yolu. Hayata en çok temas ettiğimiz anlar, belki de işte bu yavaşlamalar sırasında yaşanır. Bir çocuğun anlattığı bir hikâyeyi kesmeden dinlemek, kahveyi acele etmeden yudumlamak ya da güneşin batışını huzur içinde izlemek; bunların hepsi gündelik hayatımızda “sonra yaparız” diye düşündüğümüz ama aslında kaçırılan öznel anlar. Oysa yavaşlamak, bu “sonraya bırakılanlar” için bugünden yer açmak anlamına geliyor.

Yavaş yaşamak ise, üretmemek ya da çalışmamak anlamına gelmiyor. Aksine, seçerek yaşamak, sindirerek ilerlemek ve fark ederek hareket etmek demektir. Ancak bu, günümüz dünyasında büyük bir cesaret gerektiriyor. Çevre sürekli olarak hız pompalıyor; “Daha fazla yap, daha hızlı ol ve daha fazla göster!” gibi mesajlar zihnimizi yoruyor, kalbimiz ise bu hıza yetişmekte zorlanıyor. Böyle bir ortamda ruhumuz geride kalma riski taşıyor.

Sosyal medya da hızın dayatıldığı bir arena olarak karşımıza çıkıyor. 15 saniyelik videolar, 24 saatlik hikâyeler ve anlık tepkiler… Hızlı içerikler, hızlı tepkiler ve hızlı tükenişler; bu döngüye kapılan gençler, içerik üreticileri ve çalışanlar kendilerini sürekli “yetişmek zorunda” hissediyor. Ancak belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, hiçbir yere yetişmemek. Yavaş yaşamın mümkün olup olmadığı sorusu, aslında neyi göze alabileceğimizle ilgili. Daha az paylaşmayı, daha az görünür olmayı kabul edebiliyor muyuz? Gerçek anlara ve hislere yer açabiliyor muyuz? Yoksa “hızlı olan değerlidir” anlayışına mı mahkûmuz?

İtalya’daki “Cittaslow” (Yavaş Şehir) hareketi, bu soruya evrensel bir yanıt sunuyor. Az trafikli, gürültüsüz ve yerel üretimle beslenen kasabalar, insanların gün boyunca birbirine vakit ayırdığı yerlerdir. Burada yemekler hızlıca değil, özenle hazırlanıyor ve dostluklar dijital algoritmalardan değil, gerçek samimiyetten besleniyor. Bu şehirler, yavaşlığın sadece mümkün değil, aynı zamanda yaşanabilir olduğunu da ortaya koyuyor.

Herkesin hayatında küçük bir yavaşlık alanı olması gerektiğini düşünüyorum: Bildirimlerin kapatıldığı bir saat, yürüyerek gidilen mesafeler, sessizce içilen bir kahve veya amaçsız bir pazar sabahı gibi… Çünkü hız çoğu zaman

Yavaş Yaşamak: Hızın Pençesinden Kurtulmanın Yolu
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Agora Gündem ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!