Canım sıkkın… Diyeceksin ki kimin değil?
Yürüyüş yaparken, hep olduğu gibi, içimden bir şeyleri atlatmaya çalıştım. Kulaklığımı taktım ve müzik eşliğinde yürümeye başladım. Eski şarkılar ruhumda bir nostalji rüzgarı estiriyordu. Küçük bir radyo buldum ve o radyo da bir kadın sesinin geçtiği bir şarkı çalmaya başladı. “Zalim… Senin Allah’ın yok!” diye haykırıyordu. Bu sözler kafamda yankılanırken, eve döndüğümde bu şarkının kimin söylediğini bulmaya çalıştım ama nafile. Hâlâ aklımda dönüp duran bu sözler, özellikle “Zalim! Senin Allah’ın yok!” cümlesi beni düşündürüyor. Bu ifadeler Levent Yüksel’in şarkısıyla alakalı değil.
Her ne kadar haykırıyorsam da, içimde bir boşluk hissi var. “Yok… Zalim… Senin ne Allah’ın ne inancın, ne merhametin, ne de en azından insani bir duygun var.” Bu karanlık düşüncelerim, içimdeki hüzün ve öfkeyle birleşince derin bir sessizlik yaratıyor. Üzerimdeki karanlıktan, içimde bir iblis gibi dişlerini geçirebilecek bir şey hissediyorum. Allah’ın olmayınca belki de korkulan bir şeyin de kalmadığına inanıyor zalim; ama korkular kaçınılmaz olarak kapıda bekliyor. Bir şekilde, o zalim aşağılık duygularından kurtulamayacak.
Zamanla anlıyorum ki, senin yüzüne vuran karasından daha beter bir hükümdarlığın sona erdi. Artık rezil bir durumda çıkageldin. Paranın köpeği olmuş, gücün zannettiğin şeylerin sefaletine düşmüşsün. Tarih hep aynı hikayeleri yazar; Nemrut’un kibiri, firavunun çürümüş saltanatında son bulur. Karun’un hazinesi ise bir gecede haramiler tarafından talan edilir. Masallara devam mı edelim? Artık Keloğlan’ın bile sakladığı altınları güvende değil!
Bir dünyada yaşıyoruz ki, tilkilerin kürklerini değiştirme zamanları çoktan geçmişken, o tilkilerin kokularının hâlâ bizlere sinmesi kaçınılmaz. Şimdi ise o tilkiyi benzetenler bir bir geri çekiliyor, “Yetmez, gönder gelsin” diyenler korkularıyla yüzleşmekten kaçıyor. Radyodaki kadının sesi hâlâ kulaklarımda: “Zalim… Senin Allah’ın yok!” İçimdeki susturulamaz bir devin haykırışını hissetmekteyim.
O tilki, demokrasi maskesi altında saklanırken, dişlerini yasalarla parlatıyor. Ama gözlerindeki pusudaki açlık, korku ve sınırsız ihtiras her zaman aynı kalır. Örümcek kırmızı! Bu korkunç anlayış, içimizdeki huzursuzluğu biraz daha artırıyor.
Son olarak, annemin bana bıraktığı en büyük miras olan kütüphaneden Albert Camus’nun “Başkaldıran İnsanı” kitabını yeniden okumaya gitmek üzere hazırlanıyorum. Burada bir halk deyişini de hatırlatmak istiyorum: “Tilkiye ‘Bey’ diyenler, bir gün onun çöplüğünden ekmek çalar!” Bu söylem, zalimlerin sonunun geldiği günlerde akılda tutulması gereken bir hakikattir.