Zaten sabahları afyonu patlamamaya endeksli bir kadın olarak evin içinde o bağırış çağırış seslerine katlanamazdım. Uyanır uyanmaz, “Bu kadın neden sabah sabah milletin kanını donduracak hikayeler anlatır?” diye homurdanırdım. Ancak sonradan fark ettim ki, annem beni Türkiye’nin karanlık gerçeklerine hazırlıyormuş; bir nevi “Hayata dair sertifikalı eğitim” almışım da haberim olmamış.
Annem her durumda bana kıyamazdı. Arabasına ne zaman binsem, radyo açık olurdu ve ben “Anne bu ne?” dediğimde hemen kapatırdı. Fakat Müge Anlı’nın programına laf ettiğimde hiç hatır falan tanımazdı. “Karışma, takip ettiğim bir konu bu!” derdi. O günlerden sonra ben de annemin gidişinden sonra, her sabah Müge Anlı ile uyanmaya başladım. Çünkü onun programı, ülkemizdeki vahşiliği ve sapkınlıkları normalleştirmiyor; aksine olanları gün yüzüne çıkarıyordu.
Bu program benim için kişisel olarak da farklı bir boyut kattı. Şüphecilik duygum daha fazla gelişti. Artık ‘şüphecilik’ dendiğinde, benim aklıma geliyordu. Ve bu, beni farklı bir kafaya sokmuştu.
Bu olayın üstünden bir iki yıl geçti ve size bunu anlatmadım. Şimdi anlatayım: Sokakta bir ev var, içinden kimse geçmiyor ama bahçede kocaman bir limon ağacı var. Yıllardır üzerine titrediğim ağacım benden 7 limon alırken, o metruk evin limon ağacı delirmiş gibi ürün veriyor. Yalan yok, ben de arada o evin bahçesine girip limonları topluyorum. Hayır, çalmıyorum; zaten o evde hiç kimse yok. Hatta bazen komşular o ağaçtan limonları yere düşürdüklerinde benimle dalga geçiyorlar.
Bir gün yine bahçeye atladım birkaç limon toplayacağım derken, bakımsız bahçede tam bir insan boyunda tümsek gördüm. Üstelik üzeri taze toprakla kaplıydı. Hemen aklıma Müge Anlıda izlediklerim geldi. İçimden hemen polisi aramak geldi. “Galiba komşunun bahçesinde birini gömmüşler!” dedim. Yemin ederim, 5 dakika geçmedi; sivil bir araç geldi ve içinden iki sivil polis indi.
Polislere, “Ben çağırdım sizi” dedim. Onlar “Nerede o gömü?” diye sordu. Gösterdim. Uzun boylu bir polis, “Küreğiniz var mı?” diye sordu. Şaşırdım ama “Var…” dedim. Hemen gidip koca küreği getirdim. Burada polisler kazmaya başladı. Ben de “Gerçekten şimdi mi kazacaksınız?” diye düşünmeye başladım. Olay yeri inceleme ekiplerinin gelmesini bekliyordum ama durum çok farklıydı.
İki polis ve ben, bu tümseği kazmaya başladık. İçimde bir korku vardı; “Acaba ceset çıksa, benim saçım üzerine düşse? Bunu sen mi öldürdün, hala bu kürekle mi gömdün diyecekler mi?” diye düşünüyordum. Neyse ki o tümseğin altından kimse çıkmadı.
Bu yazının amacı polisi eleştirmek değil. Veya bir şüphe duyduğunuzda sessiz kalın demek de değil. Eğer benzer bir durumla karşılaşırsam, yine de susmam. Bu ülke suç oranı aşırı yüksekken, üzerimize düşen budur. Sabah programları diye küçümsenen bu tür yayını izleyince, emniyet güçlerinin ellerinden geleni yaptıklarını; fakat savcılık ve hakimlerinin kararlarının da işlerine ket vurduğunu gördük. Benim savunduğum şey, tam da burada: