En güzel otlar, göz yaşıyla beslenen topraklarda biter…
Mübadele dramı sırasında, suyun diğer tarafından ve adalardan gelen topluluklar, yeni yerleşim yerleri olan ana karadaki köylere yerleştiğinde, yalnızca yaşam alanlarını değil, aynı zamanda yemek kültürlerini de beraberlerinde getirdiler. Yerli halk, yeni komşularının sabah erken saatlerde dağları ve bayırları dolaşarak ot toplamalarına uzun bir süre anlam veremedi. Önceleri bu durumu pek ciddiye almadılar ve bazıları dalga geçerek, “Bizde otları inekler, keçiler yer; insanlar et yer.” şeklinde düşündüler. Ancak zamanla, o alaycı tutumları, topladıkları otlarla hazırladıkları enfes yemeklerle değişti. O zamandan sonra, tüm kıyı Ege bölgesi ot kültürünün derin etkisi altına girdi.
Yumurtalı sarmaşık, karışık ot kavurma, kuzu etli şevketibostan ve Girit usulü çiporta gibi köklü tarifler, zamanla dilden dile dolaşmaya başladı. Mübadele hüznünü hala hissettiren kasabalardan biri ise Alaçatı’dır. Bu hafta sonu, benim 15 yıldır yaşadığım ve derin bir aşkla bağlı olduğum Alaçatı’da 14. Alaçatı Ot Festivali gerçekleşti. Festival süresince sokaklar rengarenk bir şenlik alanına dönüştü. Hava duyularımızı sarhoş edecek kadar mis gibi kokuyordu; papatya ve zeytinyağı karışımı bir koku etrafa yayıldı. Otlar, yine bizleri baştan çıkardı ve Alaçatı’nın dar sokakları bu kez sadece otların değil, sanatı, müziği ve paylaşımı da kokusuyla doldurdu. Dört gün süresince her köşede farklı lezzetler, farklı renkler ve hikâyeler bardı.
En güzeli ise, festival esnasında binlerce insan bir araya geldiklerinde huzur bozan unsurların, dilenci çetelerinin ya da kavga edenlerin olmamasıydı. Son yıllarda yaşanan olumsuzluklar bu yılki festivalde yerini sakin ve huzurlu bir atmosfere bıraktı. Bu yıl düzenlenen festival, yalnızca damaklarımızı değil, ruhlarımızı da doyurduğu bir şölen havası taşıdı.
Festival alanında, bir tezgahın önünde durduğumuzda sadece ürün satışı yapılmadı. “Şu otu nasıl toplayabiliriz? Hangi mevsimde daha lezzetli olur?” gibi bilgiler eşliğinde keyifli sohbetler oldu. Festival, sarma ya da mercimek köftesi sunmanın ötesinde bir “yaşam kültürü” haline geldi. Kalabalıklar arasında huzursuzluk hissi olmaması, bu kasaba festivallerinin en büyük kazanımlarından biri oldu. Belediye ve gönüllülerin gerçekleştirdiği mükemmel organizasyon sayesinde her şey oldukça düzenliydi. Satıcılar güleryüzlü, ziyaretçiler ise saygılıydı. Böyle bir kalabalıkta, herkesin sağdan yürüyerek karmaşa yaratmaması çok etkileyiciydi.
Festival, pek çok sürprizle dolu olduğunu gösterirken, benim için en büyük armağan karşıma beklemediğim bir anda çıkan Ebru sanatçısı oldu. Geleneksel sanatlar ustası Özkan Birim, dileyen her ziyaretçiye büyük bir sabırla ebru sanatını deneyimleme fırsatı sundu. Kız kardeşim Deniz, Özkan Hoca’nın rehberliğinde ilk kez ebru yaparken, otların topraktan çıkıp ebru sanatındaki su üzerinde kendini gösterişi arasındaki ilahi bağın çok derin olduğunu anladım. Deniz, hemen “Papatya yapmak istiyorum.” diyerek suya hayat verdi ve gerçekten de öyle oldu!
Festivali, ünlü sanatçı Sertab Erener’in konseri ile sonlandırdık ve müziğin ruhumuzu mayaladığı bu güzel etkin