Erkeklerin Askerlik Hikayeleri, Kadınların Doğum Hikayeleri
Erkeklerin askerlik hikayeleri genellikle benzer olaylardan oluşurken, kadınların doğum hikayeleri her zaman benzersiz ve farklı özellikler taşır. Bu durum, benim kızımı dünyaya getirdiğim sürecimle de doğrulanıyor. Son günlerde çokça tartışılan normal doğum ve sezaryen doğum konusuna değinmek istiyorum. Annelik yolculuğumda, birçok farklı heyecan ve zorlukla bebeklerimizi dünyaya getirdik. Öncelikle belirtmeliyim ki, ‘normal doğum’ diye bir kavram yoktur.
Normal doğum olarak adlandırılan işlem, aslında ameliyatsız, vajinal yolla yapılan doğumdur; bu sebeple buna ‘vajinal doğum’ demek daha doğru olur. Diğer taraftan, sezaryen doğum ise, karının alt kısmından yapılan bir ameliyattır ve bu işlemde doku tabakaları kesilerek bebek dünyaya getirilir. Peki, neden ‘normal doğum’ terimi kullanılır? Anormal doğum diye bir şey var mı? Normal kelimesi kullanılacaksa, anormalin de varlıklığını düşünmek gerekir. Her doğum hikayesi, kendi içindeki farklı dinamikler ile başlı başına bir deneyimdir. Bazıları için bu süreç çok keyifli ve güzel sonuçlanırken, diğerleri için zor ve acı verici olabilir. İster vajinal doğum olsun, ister sezaryen, her iki yolların da anneler için getirdiği zorluklar bulunmaktadır.
Bazen anneler, mecbur kaldıkları için ya da korktukları için sezaryen doğumu tercih ederler. Ancak toplum genelinde, bu durum çoğu zaman ‘kolaya kaçmak’ olarak görülmekte ve bu konudaki yorumların oldukça acımasız olduğunu sıkça gözlemliyorum. Ne yazık ki, diğer kadınların bu negatif yorumları yaparak diğerlerini dışlaması beni fazlasıyla yaralıyor. Başlangıçta belirttiğim gibi, her doğum hikayesi farklıdır ve her hamilelik süreci kendine özgüdür. Ben de kendi kişisel hikayem üzerinden bu olguyu daha iyi anlatmak istiyorum.
Hamile olduğumu öğrendiğim günü çok iyi hatırlıyorum; hayatımın en mutlu anlarından biriydi. Diğer birçok kadın gibi ben de hamilelik sürecine büyük bir heyecanla yaklaştım ve pek çok hayal kurmuştum. Ancak, bu hayallerim gerçek olmayacaktı. Çünkü hamileliğim sırasında bebeğin anne karnındaki gelişimi ve yaşanan problemler hikayemi bambaşka bir yöne sürükledi. Hamileliğimin 4. ayında plasenta previa tanısı aldı. Yani, baby’nin pozisyonuyla ilgili problemler yaşadım. Doktorum, hareket etmemem gerektiğini ve aksi takdirde bebeğimi kaybedebileceğimi söyledi. O günleri çok net hatırlıyorum; evdeki tavanda bulunan çatlaklar dahi gözümde canlanıyor, tuvalet harici hiç kalkmıyordum.
Her ay çok kötü kanamalar yaşadım ve en az üç gün hastanede yatarak zaman geçirdim. Nihayet, 7. ayımda kızımı dünyaya getirdim. O gün, hastaneye acil bir şekilde gidip, henüz iki ayını doldurmadan sezaryene alınışım, yaşadığım duyguları hâlâ zihnimde canlandırabiliyorum. Doğum şeklinin belirlenmesinde söz sahibi olamadım; zira çoğu doğumun tercihini bebek yapıyor. Benim durumumda da aynı şey oldu. Zor bir ameliyat süreci geçirdim; kızım bir süre küvezde kalmak zorunda kaldı. Çevremdeki insanlar, benim durumuma üzülüp “Keşke normal doğum yapabilseydin” demekten kendilerini alıkoyamadılar. Normal doğum mu, yoksa ben anormal bir doğum mu yaptım, bu gerçekten sorgulanmalıydı.
Hamilelik süreci gibi zorlu bir deneyim sırasında, hem fiziksel hem de ruhsal birçok değişimle başa çıkmaya çalışırken, eğer ‘normal doğum’ gerçekleştiremediysem kadınlığım ve