Dismorfobi: Kendimize Karşı Savaş
Sabahları aynaya bakmak, birçok insan için farklı anlamlar taşımaktadır. Kimilerimiz için bu bir rutin, kimilerimiz içinse adeta bir savaş alanıdır. Kendi yansımasına takılan gözler, makyaj öncesi gözaltı torbalarını, süslenmeden önce burun kemiğini ve saç taramadan önce yüz simetrisini sorgulayan bir iç sesle doludur. Ve bu gözlerin sahibi, başkası değil, bizzat kendimiziz. Son günlerde sıkça duyulmaktayken, aslında uzun zamandır içimizde var olan bir kavram: Dismorfobi.
Dismorfobi, bireylerin fiziksel görünümünde var olmayan veya başkalarının fark etmediği bir “kusura” aşırı bağlılık duymasıyla tanımlanmaktadır. Yani, aynaya bakıp kendi bedenini bir düşman olarak görebilmek. Burnunun şeklinden, çenesinin boyutundan veya bacaklarının inceliğinden dolayı kendine sıkıntı yaratmak. Bu düşüncelerin sıkça kimseyle paylaşılmaması ise, çoğu zaman insanların kendilerini yetersiz, dışlanmış ve suçlu hissetmelerine neden olmaktadır. Çevremizde kendini beğenmeyen veya beğenilmeyi umutsuzca arayan kaç tane genç var, bir düşünün…
Peki, bu gençler neden yaşamamakta oldukları bir kusur ile savaşa girmektedir? Neden herkes aynı buruna, aynı kaşa veya aynı vücuda sahip olma peşindedir? Dismorfobi yalnızca bireysel bir sorun değil; bu, toplumsal bir aynaya bakma meselesidir. Estetik merkezlerinde çözümler aramak yerine, bu sorunun sosyal medya, reklamlar ve filtreli hayatlarla nasıl büyüdüğünü anlamamız gerekiyor. İnsanlar artık kusurlu görünmek yerine, daha fazlasını istemek için savaşıyorlar, bu durum ise içlerinde büyük bir korku barındırıyor.
Ne yazık ki, bu korkunun pençesinde büyüyen çocuklar, gençler ve yetişkinler artmaktadır. Kendi bedenine düşman olan insanların sayısı giderek çoğalıyor. Her bir estetik müdahalenin arkasında yalnızca bir güzelleşme isteği değil, aynı zamanda “kendime katlanma” arzusunun gizli olduğu görülmektedir. Öyleyse, bizler birbirimizin gözlerindeki ışıltıyı görebilseydik? Yüzdeki asimetrideki zarafeti, göbekteki kırışıklıklardaki yaşam hikâyelerini ve çillerdeki masalları görmeyi başarsaydık, belki de her şey çok daha farklı olurdu.
Belki de en büyük estetik devrim, o içimizdeki eleştirmeni susturmakla başlamaktadır. Kendimize ilk kez dostça bir “merhaba” demek, kendimizi kabullenmenin ve sevmenin en önemli adımı olabilir. Dismorfobi ile başa çıkmanın yolu, önce kendimizle barışık hale gelmekten geçmektedir. Kendiliğinden bir güzellik anlayışının benimsenmesi, belki de tüm toplumun kendi değerlerini yeniden değerlendirmesiyle mümkün olacaktır. Bu sembolizmin ardında, yalnızca dış görünüşün değil, ruhsal ve duygusal sağlık durumu da yatmaktadır.