Modern İlişkilerin Dönüşümü: Beklentiler ve Sorunlar
Günümüzde kimse, bir ilişkinin içinde kalmak için önemli bir çaba harcamıyor. En küçük bir anlaşmazlıkta yollar ayrılıyor ve birçok insan, birkaç mesajla biten ilişkilerin arkasında derin bir duygu ya da sorumluluk bırakmıyor. Sevgi, artık sabırla değil, beklentilerle başlıyor. Beklentiler karşılanmadığında ise kişi bitiyor, sevgi değil. Bu durum, ilişkilerin, daha yüzeysel ve geçici bir hale gelmesine neden oluyor.
Modern çağ, bireylere sürekli daha iyi şeylerin mümkün olduğunu öğretti. Daha hızlı teslimatlar, daha yüksek kaliteli telefonlar, daha mükemmel eş adayları… Bu bakış açısı, insanlar üzerindeki duygusal bir etki yaratarak, ilişkilerde de benzer bir yaklaşım sergilemeyi getiriyor. Artık bir ilişkiyi yaşamak yerine, karşıdaki kişinin performansını izlemeyi tercih ediyoruz. İlişkilerde insani zaaflar göz ardı ediliyor; bunun yerine, partnerin kendi hayalimize uyup uymadığı belirleyici hale geliyor. Küçük bir eksiklikte, sayısız alternatif mevcut ve duygusal yatırımlar, tüketim alışkanlıklarıyla yer değiştiriyor.
Bu durumun bir başka yansıması ise, duyguların artık kullan-at ilişkilerine dönüşmesi. İnsanlar derinlik arzusunu dile getirirken, aslında derinlere inmeyi istemiyor. Çünkü bu derinlikte, yüzleşmekten korktuğumuz kırgınlıklarımız ve yarım kalmış yönlerimiz var. Yüzeyde kalmak, doğal olarak daha güvenli bir alan olarak algılanıyor. Dolayısıyla, “konuşalım” yerine “bitirelim” demek daha cazip hale geliyor; “anlamaya çalışalım” yerine ise “böyle olmaz” yaklaşımı tercih ediliyor.
Bunun yanında, narsist bireylerin ortaya çıkması, modern ilişkilerdeki bir diğer tehlike. Kendi duygularını merkez alan ve empati kuramayan bu bireyler, partnerini sadece kendi ihtiyaçları doğrultusunda değerlendirmekte. Bu durum, sağlıklı ilişkilerin çürüyüp gitmesine sebep oluyor. Narsist bireyler, aşkı ilgiyle, ilgiyi kontrolle ve sevgiyi ise üstünlükle karıştırarak, ilişkileri hızla zehirli hale getiriyor. En acı olanı ise, karşısındakini suçlayarak her ayrılığı haklı bir neden olarak göstermeleri. Gerçekte, çoğu zaman, kendi içsel karanlıkları, ilişkiyi önce hastalıklara, sonrasında ise sona götürüyor.
Sonuç olarak, ilişkiler artık emek ve çaba yerine beklenti temelli bir yapıya dönüşmüş durumda. Bir insanı sevmek, onu anlamak; onu anlamak ise kendini de anlamaya cesaret etmeyi gerektirir. Ancak günümüzde bu cesaret kaybolmuş durumda. “Seviyorum” demek kolay, kalmak ise zor. Kalmak, yıpratır ama aynı zamanda büyütür; kalmak aynı zamanda bireyi de kendisi yapar. Ancak günümüzde insanlar, bir ilişkide “kaybetmemek” için kendi özünden ödün vermeyi zayıflık olarak algılıyor. Oysa gerçek sevgi, kaybetme korkusunu göze almayı gerektirir.
Ve en acı gerçek: Ayrılıklar genellikle büyük olaylara bağlı değildir. Aşırı beklentiler, düşük tolerans seviyeleri ve ani yargılar birleştiğinde, sevgi zaten daha başlamadan sona eriyor. Ayrıldığınızda genellikle fark ediyorsunuz ki, aslında sevdiğiniz kişi değil, o kişinin sizde hayalini kurdurduğu versiyonu sevmişsiniz. Dolayısıyla, günümüz ilişkilerindeki sorun yalnızca “aşkın bitmesinde” değil, “aşkın hiç başlayamamasında” gizli.