Ülkemizdeki Siyasi Gerilim ve Toplumsal Tepkiler
Türkiye, şu an huzurdan uzak, siyasi gerilimlerin doruğa çıktığı bir dönem geçiriyor. Özellikle, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun hapis cezası alması, muhalefet tarafından bir “siyasi operasyon” olarak yorumlanırken, iktidar ise durumun “hukukun işleyişi” olduğunu iddia ediyor. Ancak, toplumsal algı artık bu söylemlere karşı duyarsızlaşmış durumda. Ülkede büyük bir öfke yükseliyor; ekonomik kriz derinleşiyor ve haliyle halk, bu durumdan oldukça rahatsız.
Özellikle Z kuşağı, beklenmedik bir direniş sergileyerek sokaklara dökülmüş durumda. Bu gençler, geleceğinin siyasi hesaplarla şekillendirilmesine karşı çıkıyor ve adalet, özgürlük gibi taleplerini yüksek sesle haykırıyor. Ellerde sopa veya silah olmaksızın, anayasal haklarını kullanmaya öğreniyorlar. Ancak bu protestolar, polis müdahalesiyle sert bir biçimde karşılanıyor. Gaz bombaları, plastik mermiler ve gözaltılar, sosyal medyada büyük infiale yol açarken, insan hakları örgütleri devleti “aşırı güç kullanmakla” eleştiriyor.
Protestoların diğer yüzü ise polis teşkilatı. Türkiye’deki emniyet mensupları, ağır çalışma koşulları ve düşük maaşlardan dolayı zor bir dönemden geçiyor. Bu durum, geçtiğimiz yıllarda her ay ortalama 4 polis memurunun intihar etmesiyle kendini gösteriyor. Görev başında büyük bir psikolojik baskı altında kalan polis, hem siyasi otoritenin emirlerini uygulamak durumunda kalıyor hem de halkın öfkesini üzerine çekiyor. Bu durum, onları adeta iki ateş arasında kalmış bir sandviç konumuna getiriyor.
Polis memurlarının insanlık halleri ve vicdanî kaygıları göz önüne alındığında, aslında sistemin kendilerine yüklediği rolden ne denli rahatsız olduklarına inanmak istiyorum. Ancak sendikalaşma haklarının kısıtlı olması, seslerini duyuracak mekanizmalarının zayıf olması ve itiraz ettiklerinde işlerini kaybetme korkusu, bu durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Gençler, yalnızca kendi haklarını aramakla kalmıyor, aynı zamanda polislerin de haklarını savunuyor.
Toplumun beklentisi, insanca yaşamak, adalete güvenmek ve günlük hayatta temel ihtiyaçlardan dolayı endişe duymamak. Peynir alırken üç kere düşünmek istemiyorlar. İnsan gibi sosyalleşmek, rahat bir tatile gitmek, çocuklarına hak ettikleri eğitimi sağlamak ve parası olmayanların ölümle yüz yüze gelmediği bir sağlık sistemine sahip olmak istiyorlar. Dolayısıyla, halkın öfkesi bastırılmaya çalışılarak değil, dinlenerek ve anlaşılarak çözülmelidir.
Türkiye, demokrasi ve adalet taleplerini susturma yoluna gitmek yerine, bu talepleri dikkate alarak ilerleyebilir. Aksi takdirde, sokakların öfkesi ile polisin çaresizliği arasında sıkışıp kalmaya devam edeceğiz. Umut, akıl ve diyaloğun galip gelmesinde yatıyor. Ayrıca, anayasal haklarını kullanan çocuklarımızın en az hasarla bu süreçten çıkmasını sağlamak gerekiyor. Polis, toplumun bir parçası olarak bu gençlerin yanında olmalı. Kıymayın çocuklarımıza, çünkü onların da sizin için burada olduğunu unutmamalıyız.